AVRUPALININ ÇANTASINDA GELEN SÖMÜRGECİ: LEVREK




Ne diyordu Mehmet Akif: Nerde, gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı.






1960’lı yılların başları. Yer Kar Kıta’nın ortası, Victorya gölü. Viktorya Gölü, Afrika’nın doğusunda Tanzanya, Uganda ve Kenya topraklarında bulunan Dünya’nın en büyük ikinci tatlı su gölüdür. Aynı zamanda Afrika’nın en büyük gölüdür. Bu haliyle ciddi bir ekosistem ve etrafında yaşayanlar için bir geçim, hayat kaynağı.
Dediğimiz gibi 1960’lı yılların başlarında bilimsel araştırmalar nedeniyle Avrupalı bilim insanları Victoria gölüne bir balık bırakıyor. Bu balık bir etobur olan Nil Levreği. Bırakıldığı andan itibaren göl ekosisteminde ciddi bir tehlike baş gösteriyor. Etobur bir balık olan Nil Levreği göldeki bütün balıkları yiyerek yaklaşık 200 balık türünün yok olmasına sebep oluyor. Ancak burada değişen sadece gölü ekosistemi olmuyor tabii ki. Göldeki bu değişim kendileri için bir yaşam kaynağı olan insanları da ciddi derecede etkiliyor ve hayatlarında bir yıkım ve felakete sebep oluyor. Balıkçılıkla geçinen yüz binlerce insanın hayatı bir anda sefalete dönüyor.
Levreğin gölde normalin üzerinde bir gelişim sergilediğinin fark edilmesi üzerine yatırımcılar gölde levrek üretimine başlıyor. Kara Kıta’nın sakinleri Avrupalının gelişiyle birlikte hem göllerinden hem de geçim kaynaklarından oluyorlar. Bu durumu fırsat bilen Hintli kalantorlar Hindistan’dan kalkıp Tanzanya’da fabrika kuruyorlar. Hintli fabrika müdürü “günde en az 500 ton Nil Levreği üretiyoruz” diye şişinerek anlatıyor. 500 Ton balıkla günde kaç kişinin doyacağı sorulduğunda ise bunu bilmediği söylüyor. Fabrika müdürünün bilmediği şey, her gün 2 milyon Avrupalı ve Japon’un Victoria gölünün balıklarını yediği ve buna karşın gölün asıl sahiplerinin sefalet içinde olduğu gerçeği.
Doğu Afrikanın rantını yiyen kalantor Hintliler, değer verdikleri üç şeyi şöyle sıralıyorlar: balık, para ve çocuklarımız. Balık Avrupa ve Japonya’ya, paralar İsviçre’ye çocukları da Amerika ve Kanada’ya gidiyorlar.
Artık evini geçindiremeyen yerli balıkçıların çocukları lastikleri yakıp kokusuyla efsunlanmaya, tiner çekmeye başladılar ve balıkhanelerde canlarını kurtarmak için olmadık eziyetlere boyun eğmek zorunda kaldılar. Victoria gölü kıyısında yaşamaya çalışan binlerce kadın artık bir günlük ekmek veren hangi erkek olursa onlara kapılarını açıyorlar. Talihi yaver gidenler ise Avrupa’ya gönderilecek levreklerin temizlenmesi işini yapıp ayda 50, 60 dolara çalışıyorlar. İşten çıkmanın ise iki tehlikesi var: açlık ve kendini satmak.
Bu konuda belgesel çeken Avusturyalı yönetmen Hubert Sauper kendisiyle yapılan ropörtajda şöyle söylüyor: “1997 yılında Kongo’nun doğusunda, Ruandalı sığınmacıları anlatan “Kisangani Günlüğü” belgeselini çekiyordum. İç savaşlardan, salgın hastalıklardan, açıktan kırılan bu bölgedeki gerçek problemin ne olduğu o sıralarda fark ettim. Ruandalı sığınmacıların gıda ihtiyaçlarını birleşmiş milletler karşılıyordu. Gıda maddelerini taşıyan uçaklar, eski SSCB’den kalma kargo jetleriydi. Afganistan işgalinde kullanılmışlardı. Bu uçakların mürettebatıyla ahbap olmuştum. Genellikle Rus ya da Ukraynalıydılar. Asıl önemli nokta ise bu uçakların gıda maddeleri yanında silah da taşıyor olmalarıydı. Pilotlardan biri: Orta Afrika’daki savaşlarda kullanılan silahların Air France ya da Lufthansa ile taşındığını sanmıyordun herhalde diye dalga geçmişti benimle. Evet aynen düşündüğünüz gibi, bu uçaklar gündüzleri sığınmacıların karınlarını doyuran nohutları, geceleri ise onları öldüren bombaları taşıyorlardı. Bu benim için dehşet verici bir ayrıntıydı”
Bunun üzerine birazcık düşündüğümüzde işin en ilginç ve en adaletsiz yanı ortaya çıkıyor. Victorya gölünün asıl sahipleri nohutla beslenmek zorunda bırakılıp Avrupalıların getirdiği silahlarla birbirlerini öldürürken, gölden çıkan balıklar zengin Avrupalıların sofralarına gidiyordu. Evet bir şeye sahip olmanız yetmiyordu. Avrupalı, bilim insanlarıyla gelip senin elinden o en değerlini alıyor, üstüne seni açlık ve sefalet içinde kendisine çalışmaya mahkum ediyordu.
Ne diyordu Mehmet Akif: Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı.

Yazı : Mustafa Karahan Bakar
Blogger tarafından desteklenmektedir.