Eğitimde Kimlik: Şahsiyet



Bir önceki yazımda kimlik tasavvuru üzerinde durmuş ve kimlik bilincinin millet olma ve medeniyet inşa etme gayesinde olan toplumlar için ne kadar hayati olduğundan söz etmiştik. Bu kimlik bilinci de topyekûn eğitim ile sağlanabilir. Bunun için de eğitim çağındakilerin hayatına ve ruhi yapısına etki edecek her şeyi bu bilinç temelinde işe koşmak gerekmektedir. Kimlik tasavvurunun formel eğitim kısmını ise mütefekkir Nurettin Topçu’nun  “Türkiye’nin Maarif Davası” adlı kitabından bir alıntı ile desteklemek istiyorum.
Konu eğitim ve eğitimin niteliğidir. Nurettin Topçu eğitimin hangi temeller üzerinde olması gerektiğinin gerekçelerini şu şekilde açıklıyor:
“…
Biliyoruz ki şahsiyetin üç unsuru vardır: maddi unsur, ruhi unsur ve içtimai(toplumsal) unsur. Şahsiyetin maddi unsuru biyolojik bir varlık olan vücudumuzdur. Ruhi unsur; duygular, düşünceler, istek ve ideallerle örülen iç varlığınızdır. İçtimai unsur; aile ve cemiyetteki yerimiz , şöhretimiz, başkalarının bize bağışladığı vasıflarımızdır. 
Çocukluk yıllarında sırf bedenden ibaret maddi şahsiyete sahip olan insan, kendi iç dünyasında yaptığı hamlelerle kendi kendini yoğurarak ruhi şahsiyetini elde ediyor. Duygular, tasavvurlar, ideallerle istekler, insana insan olan şahsiyetini kazandırıyorlar. Ruhi şahsiyet gelişerek kuvvetlendikçe maddi şahsiyet zayıflıyor bazen adeta yok oluyor. Vücut var olduğu halde şahsiyet unsuru olmaktan çıkıyor. Bu olgunlaşma, insanın insanlaşmasıdır. Bu hal, insanın yükselişidir. Eğer ruhi şahsiyet işlenmez de maddi şahsiyet değerlendirilirse, bundan hoyratlık doğuyor. O  zaman midelerin selameti için yaşanıyor, bedenler kutsallaşıyor, şiir ve sanat zevkinin yerine otomobil sevdası ve maddi saadet sevgisi geçiyor, başarının manası maddileşiyor, ruha ait olan aşkın yerini bedenden fışkıran kin ve haset tutmaya başlıyor.
Şahsiyetin üçüncü unsuru içtimai unsurdur. Her birimiz baba-evlat, amir-memur, patron-işçi veya usta-çırak durumundayız. Şahsiyetin bu unsuru dışardan bize sunulan elbise gibidir. Ruhi şahsiyetimizin bizde aşk ve ilham ile yükseltilerek zenginleştirilmesi bizim samimi ve kendimize yeter hale getiriyor. Ruhi şahsiyetin ağır bastığı fertte içtimai şahsiyet mühim rol oynamaz. Ruhi şahsiyetin ona tabii ve samimi olarak kazandırdığı içtimai şahsiyeti benimser. Ona minnet etmez, ona ihtirasla bağlanmaz. Zira iç alemi ona yeter, onu doyurur. Lakin ruhi şahsiyeti zayıf ise, işlenmemiş ve beslenmemişse o insan cemiyetin kendisine bağışlayabileceği şöhretlere, unvanlara, sahte şereflere minnet edecek ve bunun için de kendi olduğundan başka görünmeye çalışacaktır.
…”
 Bu değerlendirme üzerinde düşününce eğitim sistemimizin topluma şahsiyetler kazandırma konusunda neler yaptığını düşünmeden edemiyorum. Şayet böyle bir gayemiz var mı? Ben milli eğitimin en temel amacının gençlere meslek edindirmek olduğunu görüyorum. Maalesef eğitim sistemimiz bir kimlikten yoksun.
Nurettin Topçu Şahsiyet eğitimin hangi aşamada verilmesi gerektiğini şu sözlerle ifade ediyor.
“…
İlkokulda elimize gelen çocuk bazı kalıtımlara kabiliyet halinde sahip olmakla birlikte henüz uzviyetinden ibaret maddi şahsiyetini yaşamaktadır. Biz onu şahsiyet sahibi olmaya hazırlayacağız. Bunun için de ruhi şahsiyetini işleyeceğiz. Ruhi şahsiyetin, insanın insan olan yapısını, Jan J. Russo’nun deyimi ile kalbine uygun olarak işlenmesine “ahlak eğitimi” diyoruz. İlkokul çocuğu bilgin adayı olarak değil, olgun insan, ahlaklı insan adayı olarak ele alınmalıdır. Devrimiz, insanı hoyratlaştırmaya, zalim ve insafsız, gaddar ve sevgisiz yapmaya kabiliyetli bir devirdir. Zira daima ilerleme yolunda yürüyen insanlığın kılavuzu, kalpsiz ve vicdansız bir varlık olan makinedir.
…”
Birey bozulduğunda toplum, topum bozulduğunda devlet bozulur bilinci ile bireyi şahsiyetiyle birlikte yetiştirmenin önemi görülmektedir. Bu konu üzerinde Türk toplumunun var olma ülküsünün temeli millet kimliğini korumak ve şahsiyetli nesiller yetiştirmektedir.
Mustafa karahan Bakar
Blogger tarafından desteklenmektedir.