SÖMÜRÜ, SOSYAL BİLİMLER, HİNDİSTAN
Şu sözü birçoğunuz duymuşsunuzdur: “Dünyayı sosyal bilimciler yönetir.” Benim de kesinlikle katıldığım bir söz açıkçası. Neden böyle söylüyoruz peki?
Bu sözü söylediğimizde nükleer bombaları yapan fizikçileri, ülkelerine savaşlar kazandıran savaş mühendislerini ne yapacağız diyebilirsiniz. Dünyayı sosyal bilimcilerin yönettiğini söylerken kastettiğimiz şey “toplumları yönlendirmek ve yönetmektir”. Nedir bu sosyal bilimler ya da diğer adıyla “beşeri bilimler”? Evet beşeri bilimler diyoruz çünkü konusu insandır. Psikolojiyle insanları, sosyoloji ile toplumları anlarız. Tarih bize geçmişimizle bağ kurdurarak geleceğe bakışımızda önümüze ışık tutar. Felsefe ile bütün bunlar üzerine düşünmeyi öğreniriz. Bunlara siyaset felsefesi, toplum psikolojisi gibi alt disiplinleri de eklediğimizde bizim için daha açıklayıcı ve önemli bir hale geliyor.
Bütün bunlarla birlikte toplumu bir ülkü, bir hedefe kilitleyebilir ve her bireyin o şuurla birlikte güne uyanmasını ve işini yapmasını sağlayabilirsiniz. Bu bir ekonomist, bir doktor ya da bir mühendis olabilir. Önemli olan bir ülkü içinde olabilmektir.
Bunun asıl konumuza bir giriş olduğunu söylersem bunun uzunca bir giriş olacağını düşünebilirsiniz. Ama bahsedeceğim konu için de bu girişe ihtiyaç vardı açıkçası.
Konumuz gelişmemiş ülkelerdeki sosyal bilimler eğitimi üzerine. Bu konuda şunu söyleyebilirim ki gelişmekte olan ülkelerde sosyal bilimler eğitimi zayıf, sömürge olan ülkelerde ise neredeyse yok derecesindedir. Bu gelişmekte olan ülkelerde bir eğitim eksikliği iken sömürge olan ülkelerde bilinçli bir politikadır. Buna Hindistan örneğini verebiliriz. İngiltere sömürgesi altında tuttuğu Hindistan’a uzun yıllar boyunca sadece matematik eğitimi vermiştir. Bunun neticesi olarak kadim bir medeniyetin beşiği olan Hindistan asırlarca İngiliz sömürgesi olarak kalmış ve ancak 20. Yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlığına kavuşabilmiştir. Bugün ise uzun yıllar verilen matematik eğitimin sonunda bilişim teknolojileri konusunda dünyada lider bir konuma gelmiştir. Bu arada söylemeden geçmeyelim ki Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin mimarı Mahatma Gandi hukuk eğitimi almıştır, bir avukattır.
İngiltere sömürgesinde Hindistan incelediğimiz üzere konumuza güzel bir örnektir. Şimdi bunun benzerlerini de Afrika ülkelerinde görüyoruz. İmkanların olabildiğince kısıtlı olduğu ülkede yüksek eğitim alma fırsatı bulanlar içinde de sosyal bilimler okuyanlar yok denecek kadar azdır.
Yurt dışından gelen yaklaşık 2500 öğrencinin bir arada olduğu bir toplulukta bulunma ve birçoğuyla bağ kurma fırsatım oldu. Burada dikkatimi çeken şey ise gelişmemiş ülkelerden gelen öğrencilerin neredeyse tamamının fen bilimleri üzerine eğitim almasıydı. Bu toplulukta tanıştığım Somalili bir arkadaşım “kentsel dönüşüm” üzerine yüksek lisans yapıyordu. Ben “Somali ve kentsel dönüşüm?” diye sordum açıkçası.
Esaret altındaki bir milletin bağımsızlığı düşünebilmesi için öncelikle özgür bir düşünce ortamına ihtiyaç vardır. Peki ne üzerine düşüneceğiz? Özgürlük ve bağımsızlık üzerine düşünebilmek için ise önce insan üzerine düşünebilmek gerekir. Bu da beşeri bilimlerin gelişimiyle mümkündür. Çünkü bu bilimlerin ışığında bir topluluk millet olma bilincine ulaşabilir. Bir toplumda bağımsızlık için önce millet bilinci oluşmalı ve bu bilinçle birlikte toplum belirlenen bir ülküyü hedefleyerek işe koşulmalıdır. Aksi durumda bu ülkelerde eğitim alan iyi öğrenciler sömürgeci ülkeler için iyi bir insan kaynağı oluşturmaktan ileri gitmeyecektir.
Peki sizce bir neredeyiz sosyal bilimler konusunda? Ben söyleyeyim. “Dersleri iyi olan öğrenciler sayısal bölüme gider, en yüksek puanlı öğrenciler fen lisesine gider” noktasındayız. Sosyal bilimler liseleri açtık ve birinde şahit oldum ki sınıfın tamamının hedefi “hukuk fakültesi”ne gitmekti. Nedeni de şu ki o yıllarda hukuk fakültesi sözel bölüm dediğimiz sosyal bilimler alanından da öğrenci alıyordu.
Kaynak : Mustafa karahan Bakar